Sanat ve Din İlişkisi Üzerine

Gerek sanat gerekse din, insana ait çok güçlü duygular olup, insanoğlunun var olduğu günden bugüne hayatın önemli bir parçası olmuşlardır. İnsana has olan bu iki duygu, her toplumda ve her çağda birbiriyle sıkı ilişkiler içinde olmuştur. Toplum fertlerinin, manevî değerlerinden kaynaklanan düşünüş ve yaşayış tarzının olması ve sanatın toplumsal bir hadise olması, bu etkileşimi kaçınılmaz hale getirir. Bu açıdan sanatkâr, inanç ve kültürü ile, içinde bulunduğu toplumun bir meyvesidir.

Sanatkârın ruhunu ve hislerini yoğuran, sanat eseri oluşturacak ilhama yön veren, onun yaşadığı toplumun inanç değerleri ve kültürüdür. Bunun sonucu olarak sanatçı, içinde yaşadığı toplumdan aldıklarını kendi dimağında yoğurup, şekillendirip, topluma sanat eseri olarak iade eder. Ve yaptığı eserle toplumun manevi önderi, ruhlara gıda veren gücü haline gelir. İnsanlar o eserde yaratıcı his ve ideal bulur. Bu yüzden sanatçı ile, ortak inanç ve kültüre sahip olan toplumu arasında sürekli bir döngü vardır.

Bir toplumun inanç değerleri, geçmişi, dini anlaşılmadıkça o toplumdan çıkan sanat ve sanatçı da tam olarak anlaşılmaz.  Sanat insanlığın ortak dili olmakla beraber, toplumların sanatları arasındaki renklilik ve çeşitlilik, din ve kültür faktörününden kaynaklanmaktadır. Nitekim   Aliya İzzet Begoviç; "İlim, astronominin çocuğu (Bergson) olduğu gibi, sanat da dinin çocuğudur. Eğer yaşamak istiyorsa sanat, tekrar tekrar bu kaynağına dönmeğe mecburdur.” sözleriyle bu ilişkiyi çok güzel ifade etmiştir. Bu yüzdendir ki ortak kültür ve inanca sahip insanlara, kendi inancının ışığında zuhur etmiş bir sanat eseri, daha fazla hitap eder.

 

inanç ve sanat ilişkisi, gelmiş geçmiş her toplumda ve her inançta açık bir şekilde varolmuştur. İslamın etkisi nasıl Hat, tezhip, ebru gibi sanatlarda kendini gösteriyorsa, diğer milletlerin sanatında da kendi inançları o kadar etkilidir. Yüzyıllar boyunca batılı sanatçılar aynı dinî heyecanla, Hz. İsa ve Hz. Meryem’in, meleklerin ve diğer peygamberlerin heykellerini yapa gelmişlerdir.  Rönesans'ın en büyük sanat eserlerinde hemen hemen istisnasız dinî konular işlenmiştir. Antik Mısır’da sfenksler, kutsal ve keskin kurallarla yaşatılan Hint Sanatı, Kızılderililerin dinî törenler esnasında kum üzerine renkli resimler çizmeleri, din-sanat ilişkisinin gücüne birer örnektir. Aynı etki mîmarî alanda da göze çapmaktadır. İslamda olduğu gibi diğer milletlerde de gündelik yaşam alanlarından ziyade dinî yapılarda tezyînat ve sanat göze çarpmaktadır. Kilise ve bazilikalara,tapınaklara yapılan ihtişamlı cepheler, oymalı işlemeli sütunlar, ikonlar ve fireskler dîni duyguların sanattaki gücünü sembolize eder.  Mimarî sanat, istisnasız her kültürde en yüksek dereceye mabetlerde ulaşmıştır. Bu, Hindistan ve Kampuçya'daki iki bin senelik tapınaklarda, İslam dünyasında camilerde, Kolumb öncesi Amerika'nın mabetlerinde olduğu kadar, 20. asırda Avrupa ve Amerika'da inşa edilen kiliselerde de geçerlidir.

Dinin sanatla bu denli içiçe olmasının bir sonucu olarak, Doğu sanatıyla Batı sanatı arasında her şeyden önce, dinden veya dini anlayıştan kaynaklanan temel bir farklılığın olması gerekir. Nitekim islama mensup toplumlarda heykel sanatının rağbet görmeyip yayılmaması, islamın heykele olumsuz yaklaşımı ile açıklanabilir. Aynı şekilde Hat sanatı tamamen  din kaynaklıdır. Bu bağlamda İslam medeniyetinde dinî ve içtimaî ihtiyaçların biçimlendirdiği sanat dalları arasında, hat sanatının İslamın sembolü ve en güçlü ifadesi olması bakımından ayrı bir yeri vardır. Allah’ın kelâmı olan Kur’an-ı Kerim’i en güzel şekilde yazma gayret ve heyecanı sonucu Hat Sanatı neşvünema bulmuştur.  Bu yüzden hat sanatı oluşumu bakımından hem diğer İslam sanatlarından hem inançtan etkilenen diğer milletlerin sanatlarından ayrı bir yerdedir. Bu nedenledir ki Hat sanatı, diğer bazı süsleme sanatlarının doğuşuna da vesile olmuştur.   Arap yazısını herhangi bir alfabe olmaktan çıkarıp, Hüsn-i Hat olarak sanat seviyesine yükselten etki, kutsallıktır. İslamın yazıya, kaleme verdiği değerin ve onları kutsal kabul edişinin bir meyvesidir Hat sanatı. İnsanın içinde var olan sanat duygusu ile de yoğrulunca ortaya asırlara meydan okuyan eserler çıkmıştır.

Dinin insana güzel olanı teşvik etmesinin yanı sıra, insan güzele meyyal olarak yaratılmıştır. Güzel ses, güzel yüz, güzel bir doğa karşısında heyecanlanmamız, ruhumuzu hoş duyguların  kaplaması tabiatımızda vardır. İslam insanın içinde var olan bu  bediî duygulara yön verip sanatın tezahür etmesinde teşvik edici rol oynar. Aynı zamanda sanatlı yaşamayı, her işimizi güzel yapmayı tavsiye eder. Nitekim renk ve biçim güzellikleriyle süslenmiş kainat, devasa bir sanat eseridir. Ve bu yüce dinin peygamberi “Allah güzeldir, güzeli sever” buyurur. İslam insanlara hayatın her alanında güzelliği yaşatmasını ve diğer insanlara güzel yaşayışıyla örnek olmasını tavsiye eder. Bu doğrultuda bir müslüman hassas, duyarlı, her daim güzeli arayan ve güzeli gören ince bir ruha sahip olmalıdır. İslamın bu tavrı, sanatı ve sanatçıyı destekleyici, teşvik edici bir kuvvettir.

Yeryüzünde insanları en fazla etkileyen, yüzyıllar boyunca kendine hayran bırakan şaheserlerin çoğu, dini duygularla,inancın gücü ve enerjisiyle ortaya konmuştur. Sanatkârlar bu duygularla günümüze kadar şaheserler oluşturmuştur. Bundan sonra da inancın esintileri sanatkârların kulağına ilham fısıldamaya devam edecektir.

  

                                                                                                         Tuba Ruhengiz Azaklı